• Thursday 25 April 2024

Articles in Turkish

Ankara’nın Lefkoşa’ya yönelik flörtü

Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül bir aydan daha kısa bir sürede ikinci kez iki ülke arasındaki işbirliği vizyonundan bahsederek, Lefkoşa ile flört etti. Geçtiğimiz Salı günü Ankara’da düzenlediği basın toplantısında yanına Portekiz Cumhurbaşkanı Anibal Cavaco Silva’yı da alarak konuşan Abdullah Gül Kıbrıs sorununa ilişkin şunları söyledi: ‘Türkiye’nin vizyonu şudur: Kıbrıs sorunu çözüldüğü zaman, Kıbrıs’ın tamamı, Türkiye ve Yunanistan tarafından Doğu Akdeniz’de ve AB içinde bir işbirliği olması konusunda çok iyi niyetlerimiz var’. Üç hafta önce Financial Times gazetesiyle gerçekleştirdiği röportajda da benzer bir görüş ifade etmişti.

 

Türkiye’nin Kıbrıs sorunundaki politikasının yönünü değiştirdiği ve ‘çözümsüzlük çözüm değildir’ diyen mantığı kastettiği apaçık ortadadır. Türkiye’deki gelişmeleri takip eden batılı bir diplomat ‘Politis’ gazetesine şunu söyledi: ‘Sadece siyasi açıdan miyop olan bir kişi, Kıbrıs sorununa ilişkin Türk politikasındaki köklü değişimi göremez’.

 

Lefkoşa, Türk hükümetinin Kıbrıs sorununa ilişkin niyetleri konusunda çok önemli bazı belirtiler kaydetti. Bunlar aşağıdaki gibidir:

  • Erdoğan’ın Eroğlu’na görüşmeleri sabote etmemesi için gönderdiği ‘telgraf’.
  • Eroğlu’nun  tam uyumu ve  ‘Dışişleri Bakanlığına’ 2004 yılında referandum sürecini destekleyen Hüseyin Özgürgün’ü ataması.
  • Yeni Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Kıbrıs’a ziyareti sırasında yaptığı ılımlı açıklamalar.
  • Türkiye’nin AB üyeliğine ilişkin ilgisinin yeniden canlanması.

Ancak, Lefkoşa Türkiye’nin açılımlarına açık bir şekilde çekinceli ve kimi zaman da ‘panikle’ tepki veriyor. Çünkü gerek bunun beklentiler yaratmak için erken olduğunu düşünüyor, gerekse politikacılar ve medya, diğer tarafla ilgili kuşkuyu ön plana çıkarmakta eğitimlidirler ve yapıcı bir siyasi yaklaşım karşısında ‘zor durumda kalma’ konusunda kendilerini güvensiz hissediyorlar.

 

Yine de, ‘Politis’ gazetesinin Kıbrıslı Türk kaynaklarından edindiği bilgilere göre, Mehmet Ali Talat, Türk hükümetinin Kıbrıs sorununun çözülmesi konusunda kararlı olduğuna ilişkin net güvencesini Cumhurbaşkanı Hristofyas’a

iletti. Edindiğimiz bilgilere göre Talat, yıl sonuna kadar bir anlaşmanın olması amacıyla, başbakan Erdoğan ile uzlaşı içinde hareket ettiği konusunda kesin konuştu. Talat Cumhurbaşkanı Hristofyas’ı şimdi fırsatı yakalamaya teşvik etti, çünkü hiç kimse gelecekte ne gibi  değişikliklerin olabileceğini bilmiyor. Aynı zamanda ona müzakere  edilemez iki parametre olduğunu net bir şekilde söyledi:

  • Garantiler
  • İki bölgelilik ve siyasi eşitlik.

Cumhurbaşkanı Hristofyas önemli meselelerde Mehmet Ali Talat ile var olan ve anlaşmazlıklar ve veriler ışığında, şu an için çekincelidir. ‘Politis’ gazetesinin edindiği bilgilere göre, görüşmeler ikinci tura girdiği ve aralarındaki anlaşmazlıkları gidermeye çalışacakları zaman, Türk tarafının niyetlerinin ne olacağını teyit etmeyi bekliyor. Ancak, görüşmelerle ilgilenen yabancı etken Cumhurbaşkanının, Talat’ın duyurduğu ve yıl sonunda sürecin doruğa ulaşmasını öngören takvimlere tepki vermediğini kaydetmiştir.

 

Davutoğlu

 

İşgal bölgesindeki seçim sonucundan ve Dışişleri Bakanlığı görevini Ahmet Davutoğlu’nun devralmasından sonra, yarın yeni Dışişleri Bakanı ile temaslarda bulunmak için Ankara’ya gelecek olan Alexander Downer Türkiye’nin niyetlerinin ne olduğunu araştıracak.

 

Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanlığına atanması batı diplomasisi tarafından, Türkiye başbakanının ülkenin dış politikasındaki reformlarını yoğunlaştırma yönündeki kararlılığı olarak yorumlanıyor.

 

Uluslar arası basının yaptığı analizlere göre, Türkiye bugün bölgesel ekonomik güç rolünü ve AB ile Asya arasında köprü ülke görevini talep ediyor. Yeni Türk yaklaşımındaki katalizör etken, ülkenin AB üyeliğine ilişkin müzakerelerin başlaması olmuştur. 2008 yılı gerek Avrupa’da, gerekse de Türkiye’de, AB’ne üyelik amacının Türkiye’nin önceliği ve dolayısıyla da Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin teşvik olmaya devam edip etmediği konusunda yoğun bir düşünme yılıydı.

 

Son aylarda, uluslar arası ekonomik kriz nedeniyle ve Başkan Obama’nın ülkenin Avrupa perspektifine verdiği desteğin bir sonucu olarak, Türkiye’nin AB’ne olan ilgisinde yeniden canlanma oldu. Türk liderliğinin troykası, bu amacı artık kararlılıkla ilerletiyorlar: Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu...

 

Nabucco

 

Geçtiğimiz hafta Türkiye, yaşlı kıtanın Rusya’dan enerji bağlarını koparması amacına katkı koyarak, Avrupa’ya Hazar Denizi’nden doğal gaz taşıyacak olan Nabucco petrol boru hattının kurulması ile ilgili anlaşmayı, Haziran ayının sonuna kadar, imzalama sözünü vererek AB’ye çok güçlü bir mesaj gönderdi.

 

Bu boru hattı ilerlemiyordu, çünkü Türkiye AB’nin tezi olan transit taşıma devlet rolünü değil, Avrupa’ya gaz tüccarlığı rolünü talep ediyordu.

 

Sonuç olarak Türkiye, Avrupa’nın enerji ihtiyaçlarındaki coğrafik konumunun sahip olduğu önemi kanıtlamaya kalkışarak, AB’nin görüşüne uyum sağladı. Kıbrıs’ın itiraz ettiği enerji başlığının açılması konusunda henüz bir şart konmamasına rağmen,  çok yakında bu konunun bizzat AB tarafından gündeme getirilmesi bekleniyor.

 

AB üyeliğine yönelik Türk ilgisinin yeniden canlanması, Sarkozy ile Merkel’in, Türkiye’nin AB’ye üye olmasının hiçbir zaman söz konusu olmadığı yönündeki bilinen açıklamalarıyla, Fransız – Alman ekseninin tepkisiyle aynı zamana denk gelmiştir.

 

Ankara bu açıklamaları  Avrupa seçimlerinin iletişim ihtiyaçlarına bağladı ve tepkisi de nispeten ılımlıydı.

 

Abdullah Gül, tüm başlıklar bloke edilse bile, Türkiye’nin, bir gün siyasi konjonktürler değiştiği zaman hazır olmak için tek başına uyum sağlamaya devam edeceğini söyledi. Başbakan Erdoğan da Sarkozy ve Merkel’e hitap ederek şunları söyledi: ‘Hiç kimse hiçbir zaman bu makamlarda kalıcı değildir, herkes gelir ve gider’. Ve inancını şu şekilde ifade etti: ‘Müzakere başlıklarına ilişkin olarak yapılması gerekenler tamamlandığı zaman, Türkiye de AB’nin tam üyesi olacak’.

 

Amaçta ısrar ediyorlar

 

Bu açıklamalar Türk liderliğinin sabırlı olmaya ve zaman içinde üyelik için mücadele etmeye kararlı olduğunu göstermektedir.Elbette Kıbrıs sorununa ilişkin başlıkların ve Fransa’nın tam üyeliğe gönderme yaptığı için itiraz ettiği başlıkların bloke edilmesinin ötesinde, Türkiye’nin uyum hızı çok yavaştır. Türkiye’nin yeni Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun da katılacağı Türkiye – AB Ortaklık Konseyi önümüzdeki Salı günü Brüksel’de toplanacak. Zaman gazetesinden edinilen bilgilere göre AB’nin ilgili rapor taslağında dört önemli uyarı vardır:

  • Ordu, yetki dahilinde olmayan konular hakkında konuşmamalıdır.
  • Yargı gücü, tarafsız, bağımsız, güvenilir ve şeffaf olmalıdır.
  • Anayasa değişikliği de dahil olmak üzere reformlar devam etmelidir.
  • Ankara Protokolü uygulanmalı, limanlar ve havaalanları Kıbrıslı Rumlara açılmalıdır.

Reformlar gerçekten yavaş ilerliyor, AB çok daha fazlası için baskı yapıyor, ancak Türk siyasi sisteminin yapısı, hızlı değişimlerin olmasına izin vermiyor. Türkiye’nin tam üyelik amacı, birçok kişi tarafından gizli istek olarak görülebilir ve ülkenin hiçbir zaman mevzuata tam olarak uyum sağlayamayacağı düşünülebilir. Bununla birlikte Kıbrıs için önemli olan şudur: Tam üyelik çabasının canlı   olmaya devam ediyor ve çözüm teşviki, 2004 yılında da olduğu gibi son derece önemlidir.

 

Çözüme ilişkin konjonktür

 

Türkiye AB’ne üye olup olmayacağı, yakın gelecekte belli olmayacak. Avrupa’ya olan ilgisinin yeniden canlanması ve Türk hükümetinin bu konuda mücadele etme kararlılığı, Kıbrıs sorununun çözüm konjonktürünü yaratmaktadır. Çünkü çözümsüzlük, üyelik müzakerelerinin sona ermesi için Türkiye’nin tam üyeliğini uygun görmeyen güçler tarafından her an kullanılabilir.

 

Kıbrıs’ın çıkarlarının Fransa ve Almanya’nın çıkarlarıyla uyumlu olmamasının, aksine çatışmasının nedeni tam olarak budur. Bir Hükümet kaynağı ‘Politis’ gazetesine şu açıklamayı yaptı: ‘Eğer amacımız Türkiye’den intikam almaksa ve Kıbrıs’ın yarısını kurban etmekse, o zaman Fransız – Alman ekseni ile beraber yürümeliyiz. Kıbrıs sorununu çözmek istiyorsak, Türkiye’nin AB ile üyelik müzakerelerinin devam etmesini cesaretlendirmeliyiz, çünkü Türkiye’ye uygulanabilen tek etkili baskı budur’.

 

Markos Kiprianu da Cuma günü gazetecilere yaptığı açıklamada, Kıbrıs’ın sınır anlaşmazlıklarından dolayı, Hırvatistan’ın üyelik müzakerelerini bloke eden Slovenya örneğini taklit etmesini isteyen seslere yanıt vererek şunu söyledi: ‘Slovenya Hırvatistan’ın üyelik sürecini sonsuza kadar dondursa da kaybedecek hiçbir şeyi yoktur. Ancak biz her zaman değerlendirmemiz gereken bir etkene sahibiz. Türkiye’nin üyelik perspektifi, Kıbrıs sorununun çözüme ilişkin başlıca teşviklerden biridir’.

 

 

Nihat Erim’den Ahmet Davutoğlu’na

 

‘Türkiye’nin düşmanları tarafından kuşatma altında olduğu teorisi komşularla olan problemleri sıfırlama dogmasıyla tersine çevrildi’.

 

1956’nın sonlarında, dönemin Türkiye Başbakanı Adnan Menderes, anayasa uzmanı Nihat Erim’e Kıbrıs sorununu araştırma ve Türk hükümetinin izlemesi gereken politika ile ilgili bir rapor hazırlama görevi verdi. Nihat Erim, içinde Kıbrıs’ın Türkiye’nin güvenliği açısından önemli olduğunu söylediği raporunu 26 Kasım 1956 tarihinde Adnan Menderes’e sundu.

 

Nihat Erim o zaman kuşatma teorisini ifade etmişti. Bu kuşatma teorisine göre Türkiye düşmanlar tarafından kuşatılmıştı ve tek çıkış yolu Akdeniz’di. Eğer Kıbrıs Yunanistan egemenliği altına girerse, bu güvenliği için sürekli bir tehdit olacaktı. Dıştaki tehdit havasının iyileşmesi (öncelikle Yunanistan ve Kıbrıs tarafından) ve ‘iç düşman’ (Kürtler, Solcular), bugün Türkiye’de ‘derin devlet’ denen şeyin işine gelen koşulları yarattı. Bu ‘derin devlet’ 1950’lerden günümüze kadarki Türk siyasi yaşamına rehberlik ediyordu.

 

İlk başta AKP’nin dış politika konularındaki danışmanı olan ve şimdi de Türkiye’nin Dışişleri Bakanı olan Ahmet Davutoğlu, Nihat Erim’in dogmasını tersine çeviren   kişidir: Kuşatma teorisinden, komşularla sıfır problem politikasını benimsedi.

 

Türk politikasının tersine çevrilmesi 2004 yılında Kıbrıs sorunu ile başladı, ‘Kıbrıs sorunu 1974 yılında çözüldü’ dogmasının yerini ‘çözümsüzlük çözüm değildir’ tezi aldığı zaman... Kıbrıs sorununa ilişkin Türk politikasındaki bu köklü değişimi Kıbrıs Rum liderliği sanki bir iletişim taktiğiymiş gibi algıladı.

 

Dış politikadaki yeni yaklaşım çerçevesinde Türkiye, komşularıyla olan tüm problemleri neredeyse çözdü, askıda olan tek problem Kıbrıs sorunudur:

  • Rusya ile çok iyi ilişkilere sahiptir, çünkü Rusya ekonomisinin en büyük ekonomik ortağına dönüştü.
  • Savaş halinde olduğu Suriye ile barıştı. Geçtiğimiz hafta ortak askeri tatbikatlar yaptılar.
  • 1994’ten beri sınırları kapalı olan Ermenistan ile ilişkilerini iyileştirmeye çalışıyor.
  • Ankara’nın Bağdat ile ve özellikle de Irak’ın Kürt Cumhurbaşkanı Talabani ile çok iyi ilişkileri vardır.
  • Ekonomiye vurgu yaparak, Yunanistan ile olan ilişkilerini iyileştirdi.

İç cephede, Türk hükümeti bu dönemde Kürtlere yönelik ciddi açılımlar gerçekleştiriyor, ‘derin devlet’ ise çoğunlukla hapishanelerdedir. 


Makarios Drusiotis

Πολίτης

17/05/2009