• Friday 26 April 2024

Articles in Turkish

Görüşmelerin çökmesinin, Kıbrıs, Türkiye ve AB için anlamı nedir?

Korku senaryosu

Kıbrıs sorunuyla meşgul olan uluslararası toplum, Limnidi barikatının açılmasındaki başarısızlıktan sonra görüşmelerin perspektifi konusunda yoğun bir hayal kırıklığı duygusu içindedir. Özde uluslararası toplum,   esnek olmama sorumluluğunu diğer tarafa yüklüyor, aynı zamanda buna sebep olarak, baştan beri ordunun koyduğu şartları gösteriyor. Ayrıca kamuoyu önünde yaptığı açıklamalarla havayı kötüleştiren ve  görüşmelerin çökmesini isteyen güçlerin silah deposuna argümanlar sunan Cumhurbaşkanı Hristofyas’ın soğukkanlı davranmadığını söylüyor.

 

“Kıbrıs sorununun askıda beklemesinden dolayı oluşan meseleler, yerkürede Akdeniz’in doğusunda görülen noktadan fazla bir şeydir”.

Geçtiğimiz Perşembe günkü görüşmeyi tecrübe eden Alexander Downer, dikkati, görüşmeler olan başlıca hedefe çekmeye ve olumlu momentumu korumaya çalışıyor. Bununla birlikte bir başka başarısızlık olasılığı artık realist görünmektedir ve Kıbrıs sorunuyla ilgilenen ülkelerin diplomatik misyonları görüşmelerin başarısızlıkla sonuçlanması halinde ertesi ünün nasıl ele alınacağına ilişkin önerilerin bulunduğu raporlar hazırlıyorlar. Gerek Kıbrıs içinde, gerekse Kıbrıs dışında gündeme gelen soru, Kıbrıs sorununun uzlaşmaya varılmış bir çözümünün mümkün olup olmadığıyla ilgilidir: ‘Eğer bu iki lider bir barikatı açmayı başaramıyorlarsa, Kıbrıs sorunu nasıl çözülecek? Ve on bidon yakıtın ikmali konusunda bir formül bulamıyorlarsa, malların iadesi meselelerini nasıl ele alacaklar ve ortak bir devlette yönetimi nasıl ele alacaklar?’

 

Gelişmeler nasıl şekillenirse şekillensin kesin olan şey şudur: 2010 yılında hiçbir şey aynı olmayacak. İyimser senaryo, sonuç olarak bir anlaşmanın olacağı yönündedir. Ancak eğer olaylar tam tersi yönünde gelişirse, bir sonraki gün tüm taraflar için bugünkünden tamamıyla farklı olacak.

 

Birincisi, eğer görüşmeler çökerse, yeniden birleşme perspektifi kesin olarak kaybedilecek. Devam eden görüşmeleri, birleşme hedefiyle yapılan son görüşmeler olmasından dolayı Kıbrıs sorununun tarihinde en kritik görüşmeler olarak gören Cumhurbaşkanı Hristofyas şöyle söyledi: ‘Eğer ben Talat ile sorunu çözemezsem, kimlerin uzlaşabileceğini bilmiyorum.’  Bir başka açıklamasında ise, ‘bu görüşmelerde Kıbrıs halkının geleceği belirleniyor’ dedi. Hatta kısa süre önce NET TV ile gerçekleştirdiği röportajda, çözümün olmadığı bir sonraki günle ilgili senaryoyu anlatan Cumhurbaşkanı Hristofyas, statükoya ve saf bir Rum devletinde yaşamaya alışanları uyararak, yanılgıya kapılmamalarını söyledi. ‘Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşları olan Kıbrıslı Türkler, mallarını talep edecekler ve güneye yerleşmeleri olasıdır, öte yandan Türkiye kuzeyi tamamıyla kontrol edecek’ dedi ve Tassos Papadopulos’un söylediği şeyin doğru çıkacağını izah etti. Yani: ‘kuzeyde efendi ve güneyde ortak’.

 

Cumhurbaşkanı, çözümsüzlüğün sonuçlarının farkındadır ve ‘B planı’ olmadığını söylerken dürüsttür. Ancak sorun, çözüm hedefine nasıl ulaştığındır. ‘İçerde başka dışarıda başka şey söylüyor’ veya ‘açgözlüdür’, ‘her şeyi mahvetti’ ve ‘yalan söylüyor’ şeklindeki açıklamalar, köprüleri havaya uçuruyor, muhatabın güvenirliğine zarar veriyor, müzakere sürecinin güvenirliğini zedeliyor ve şu argümanı sağlamlaştırıyor: ‘Bunlarla mı ortak devlet kuracağım?’

 

 

 

UNFICYP

 

Olası bir çıkmazdan sonra uluslararası toplumun ayrıca BM’nin süreçten uzaklaşacakları ortadadır. 35 yıldır bitmeden devam eden bir müzakereyi en başından başlatmaya hiç kimsenin cesareti olmayacak ve en uzun barış gücü olan UNFICYP Adadan çekilecek. Hali hazırda Genel sekreter, UNFICYP’in görev süresinin yenilenmesiyle ilgili raporunda konuyla ilgili ifadesiyle tehlike çanını çaldı. BM’den gelen bilgilere göre üç ülke, Japonya (barış misyonlarının başlıca finansmanıdır), ABD ve İngiltere,  ilgili ifadenin, UNFICYP’in görev süresinin yenilenmesi ile ilgili kararda da geçmesini istiyorlar. Türkiye de UNFICYP’in Adadan ayrılmasını istiyor. Böyle bir gelişme, Kıbrıs sorununda yaşanacak bir çıkmazdan sonra, nüfusun güvenlik duygusunu olumsuz etkileyecektir. Uluslararası toplum adına her şeyi gören ve kaydeden bir UNFICYP olmadan ve karşıda çözüm perspektifinin yokluğunun neden olacağı karmaşanın sonucu olarak düşmanca bir Türkiye ile, Kıbrıs’ta hiçbir şey aynı olmayacaktır. Brüksel, de facto olarak AB’nin iç sınırına dönüşecek olan ateşkes hattının daha katı bir şekilde kontrol edilmesini talep edecektir.

 

Türkiye

 

Kıbrıs Rum tarafı aleyhine olumsuz sonuçlar, hiçbir şekilde diğer taraf için olumlu sonuçlara dönüşmeyecektir. Gerek Türkiye, gerekse Kıbrıslı Türkler, bir dizi ciddi sorunları ele almak zorunda kalacaklar. Birincisi Türkiye’nin üyelik süreci daha da karmaşık bir hal alacak. Türkiye limanlarını açsa bile, ki siyasi açıdan bunu yapması zor olacaktır, Kıbrıs sorunu AB ile olan ilişkilerini zehirleyecektir. Kıbrıs, Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkan üye devletler tarafından her an kullanılabilir ve müzakerelerin kesilmesi için bahane teşkil edebilir.

 

Her ne kadar üyelik müzakereleri normal seyrinde devam etse ve bir gün Türkiye Kıbrıs sorununu Kıbrıslı Rumlar için daha elverişli şartlarla çözmeye karar verse bile... O an gelene kadar (eğer bir gün gelirse) zaman faktörü, bugünkünden çok daha karmaşık bir sorunu teşkil edecektir. Dolayısıyla eğer Kıbrıs sorunu en erken zamanda çözülmezse, Türkiye’nin AB ile olan ilişlileri sürekli rehin altında tutulacak. Türkiye, tanımadığı ve hesaba katmadığı, ancak 2004 yılından beri en güçlü siyasi ve ekonomik kulübün eşit üyesi olmasından dolayı görmezden de gelemeyeceği küçük bir ülkeyi sürekli olarak karın boşluğunda hissedecek. Çözümsüzlük Türkiye için 70 milyon Türk’ün geleceğini ipotek etmesi demektir. Hem de gerçekte 200.000 Kıbrıslı Türk’ü tatmin edemeden...

 

Kıbrıslı Türkler

 

Belki de çözümsüzlük senaryosunun en fazla kaybedenleri, Kıbrıslı Türkler olacaktır. Eroğlu’nun yeni ‘Dışişleri Bakanı’ Hüseyin Özgürgün önceki gün Türkiye’de yaptığı açıklamada, “KKTC”nin tanınmasının da bir seçenek olduğunu söyledi. Ancak bu, tüm Kıbrıs’ın AB üyesi  olmasından dolayı mümkün değildir. ‘KKTC’nin’ tam tanınması, onlarca yıl sonra gerçekleşebilir, ancak o zamana kadar Kıbrıs’ın kuzey kesiminde Kıbrıslı Türkler olmayabilir bile.

 

Kıbrıslı Türklerin ekonomik özerkliğini sağlama çabasının da gerçekleşemeyen bir hedef olduğu kanıtlandı. Bugüne kadar denenen onca model, boyutunun küçük olmasından, tanınmamasından ve deneyim ve teknik bilgi eksikliğinden dolayı başarısız olmuştur. ‘KKTC’nin’ Türkiye tarafından finanse edilmesi, tam tersi sonuçlar getirmiştir. Türkiye’nin şu veya bu şekilde hesabı ödeyecek olması, kaynakları tüketen ve hiçbir şey üretemeyen çok kalabalık bir devlet mekanizması yaratmıştır.

 

“Mantık çözümün kaçınılmaz olduğunu söylüyor. Bununla birlikte, Kıbrıs sorununun doğma büyüme saçmalık olduğunu hiç kimse görmezden gelemez.”

Türkiye’nin çözümsüzlükten dolayı karşı karşıya kaldığı sorunlardan biri de ekonomik sorundur. Yapılan değerlendirmelere göre işgal bölgesi bugün Türkiye hükümetine yılda 850 milyon dolara mal olmaktadır. Bu harcamalar giderek artıyor ve Türkiye Uluslararası Para Fonundan yapıcı olmayan finansmanları azaltması konusunda baskı görüyor. Eğer bu paralar, ülkenin güneydoğusundaki geri kalmış şehirlere yatırılsaydı bugün Türkiye başka bir ülke olacaktı. Hali hazırda Türkiye’nin içinde tepkiler var ve Türkiye hükümeti, özellikle memur maaşları konusunda harcamalarını önemli ölçüde azaltması için ‘KKTC’ye’ baskı yapıyor.

 

2004 yılından beri, Kıbrıslı Türklerin kişi başına düşen gelirinde önemli bir artış olmuştur, ancak bu inşaatlardan kaynaklanıyordu. Uluslararası kriz, legalite sorunları, gelişigüzel kalkınma ve altyapı eksiklikleri yüzünden bu sektör iflas etmiştir. Ekonominin bir başka önemli üretim sektörü olan üniversiteler de Türkiye’deki ekonomik krizden olumsuz yönde etkilenmiştir.

 

Ekonomik özerkliği olmayan bir toplumun bağımsızlığı da yoktur. Kıbrıslı Türklerin ekonomik özerkliğinin tek yolu da, çözüm ve federasyon yapıları içinde ve AB içinde kalkınmadır. Kıbrıslı Rumlar çözüm olmadan da hayatta kalacaklar, Kıbrıslı Türkler zorlanacaklar. Çözüm olmadan, Türk kayıt dışı ekonominin arka bahçesi ve mafya örgütlerinin cenneti olacak. Toplum olarak Türkiye’den gelen nüfus tarafından asimile olacaklar ve yok olacaklar.

 

ABD – NATO – AB

 

ABD’nin yeni Başkanı Barack Obama, Türkiye’yi ziyaret etti ve bu ülkeyi stratejik müttefiki olarak belirledi. Bununla birlikte bölgede istikrar faktörü olacak olan bölgesel güç rolü, açık bir Kıbrıs sorunuyla tamamlanamaz.

 

Türkiye aynı şekilde AB için de önemlidir. AB Türkiye’nin tam üyeliğini onaylamasa bile, bu ülkeyle ilişkilerinin stratejik öneme sahip olduğunu düşünüyor. Haziran ayı sonuna kadar, Hazar’dan Avrupa’ya doğal gaz götürecek ve AB’yi Rusya’ya bağımlı olmaktan kurtaracak Nabucco boru hattının inşası ile ilgili anlaşmayı imzalaması bekleniyor. Ayrıca Avrupa’nın ortak dış politika ve güvenlik politikası planları, Kıbrıs’ın tanınmamasından dolayı hava kalmıştır. Kıbrıs, Türkiye’nin Avrupa Güvenlik Örgütüne (EDA) katılımını engelliyor. Ünlü Avrupa ordusu da bunun bir parçasıdır. Öte yandan Türkiye NATO’nun EDA ile işbirliği yapmasına ittifakın üyesi olmayan Kıbrıs’ın katılmasından dolayı veto ediyor.

 

Geçtiğimiz yıl, Fransa Dönem Başkanlığının Paris’te organize ettiği savunma kurultayında bir konuşma yapan dönemin NATO Genel Sekreteri De Hoop Scheffer, AB’ne çağrıda bulunarak, Kıbrıs’ın Türkiye’nin EDA’ya katılımı konusundaki itirazlarını by-pass etmesini istedi. Bununla birlikte Reuter haber ajansının atıfta bulunduğu Avrupa’daki diplomatik kaynaklara göre ‘böyle bir hareket, Kıbrıs’ın yeniden birleşmesini amaçlayan devletler arası diplomasi tarafından ilerleme beklemelidir’. Uluslararası Kriz Grubunun (International Crisis Group)  Türkiye’deki temsilcisi Hugh Pope’a göre bu sorun, AB’nin Kıbrıs sorunundan dolayı karşılaştığı en ciddi sorunlardandır. Hugh Pope’a göre, Kıbrıs’ın AB’nde Türkiye’nin NATO’da vetosundan dolayı ‘AB ile NATO arasında ilişki yoktur, birlikte bir kahve bile içemiyorlar.’

 

Geçtiğimiz haftanın başlarında Prag’ta Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile birlikte bir basın toplantısı düzenleyen İsveç Dışişleri Bakanı Karl Bildt,  AB’nin önümüzdeki aylarda ele alması gereken en önemli sorunun Kıbrıs sorunu olduğunu söyledi. ‘Kıbrıs sorunu, Lisbon anlaşmasının kabul edilmesinden bile daha önemlidir’ dedi.

 

Bildt’in bu görüşü, Kıbrıs sorununun AB’nde aldığı önemi göstermektedir, çünkü sorunun askıda beklemesinden dolayı ortaya çıkan meseleler, yerkürede Akdeniz’in doğusunda görülen noktadan daha fazladır. Kıbrıs sorununun yan etkileri, daha geniş jeopoliti meselelere yansımaktadır. Örneğin Batı ile İslam ilişkileri, AB’nin enerji politikası, Balkanlardan Kafkas’a ve Ortadoğu’ya kadar genişleyen bir bölgede istikrar...

 

Eğer olaylara doğru bir şekilde bakılırsa, var olan zorluklara ve sorunlara rağmen görüşmelerin normal seyrinde akacağı umut edilebilir. Mantık, çözümün kaçınılmaz olduğunu söylüyor. Bununla birlikte, Kıbrıs sorununun doğma büyüme saçmalık olduğunu hiç kimse görmezden gelemez.


Makarios Drusiotis

Πολίτης

24/05/2009