Kıbrıs’ın yazılmamış tarihi kutularda
Uluslar arası Lefkoşa Havaalanının yokuşunu çıkarken, toprak kaşıkla yemek istediğin bir mezeye benzer. Beş yıllık kuraklığın ardından bu sene sicim gibi yağdı. Yol kenarları, asfalta kadar yabani otlarla doludur. Ara bölge neredeyse ayak basılmamıştır. Tıpkı, 1974’ten beri UNFICYP birliğini ağırlayan Uluslar arası Lefkoşa Havaalanı gibi…
Yolcu binasından biraz önce prefabrike binalardan birince, Kayıp Kişiler Komitesinin (Committee on Missing Persons – CMP) antropoloji laboratuarı bulunmaktadır. Politis gazetesi CMP laboratuarını gezdi ve Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk, arkeolog, antropolog, genetikçi ve teknokrattan oluşan ortak bir grubun, Kıbrıs trajedisinin kayıplarının insani sorununa çözüm bulmak için verdiği çaba hakkında bilgilendirildi.
Klimaların bulunduğu bir odada, kemiklerle dolu onlarca kırmızı kutu sınıflara ayrılarak istiflenmiştir. Bu kutuların içinde, Kıbrıs’ın yazılmamış tarihi çuvala konmuştur. Her kemiğin bir hikayesi var:
- Savaşta öldürülen ve Girne’de gelişigüzel gömülen bir Milli Muhafız Ordusu askeri olabilir.
- 1974 yılında Kıbrıs Türk TMT Örgütünün fanatikleri tarafından soğukkanlı bir şekilde öldürülmüş bir ailenin üyesi bir çocuk.
- Belki de 1964 yılında Kıbrıslı Rum milliyetçiler tarafından kaçırılan, bir kuyuya atılan ve orada yarım yüzyıl şişen bir Kıbrıslı Türk olabilir.
Kayıplar, Kıbrıs sorununun boyutlarından en trajik olanıdır. Savaşta öldürülen bir genç için duyulan acı, sevdiklerinin onun için ağlaması, onu gömmesi, nişanlısının veya eşinin hayatını yeniden kurması başka şey, Türkiye’nin hapishanelerinden dönmesini beklemek başka şeydir.
30 yıldır kayıplar, siyasi propagandanın lokomotifiydi. Kıbrıs trajedisinin canlı-ölüleriydiler. 1974’ten sonraki ilk yıllarda anneler, siyasi toplantılara sürükleniyorlar, politikacılar onlara, bu insanları canlı olarak geri getireceklerine dair sözler veriyorlardı. 1990’dan sonra gazeteciler, Türkiye’nin hapishanelerinde canlı kayıpların olduğunu söyleyen tanıklarla ilgili hikayeler uydurdular. Atina’daki ‘Eleftheros Tipos’ gazetesi manşetten yayınladığı haberde, Afganistan’da savaşmaları için onları yeniçeri gibi gönderdiklerini yazdı! Kısa süre önce Lefkoşa’daki ‘Fileleftheros’ gazetesi de, onları Türkiye’deki kimyasal savaş atölyelerinde denek olarak kullandıklarını yazdı.
Sonuç olarak olaylar çok basitti: Bazıları savaşta öldürüldü ve Beşparmak dağlarında gömülmeden kaldılar, bazıları kaçırıldı ve Türk ve Kıbrıslı Türk fanatikler tarafından soğukkanlı bir şekilde öldürüldü, bazıları da Kıbrıs’ın özgür bölgelerinde kimlikleri teşhis edilmeden mezara gömüldü.
Bugün bu teoriler çökmüştür ve siyasi art niyetler anlamlarını yitirmiştir. Dramın son sözü, Lefkoşa’da CMP’nin antropoloji laboratuarında yazılmaktadır.
Politikanın insani boyutunun üstün gelmesi ve mezar kazma ve kimlik tespit sürecinin başlaması için 30 yılın geçmesi gerekti. Önce Kıbrıs hükümeti tarafından tek taraflı olarak, sonra da Kıbrıs Türk toplumunun katkısıyla ortak bir bilgi toplama, mezar kazma, kemiklerin kimliğini saptama ve dini gelenekleri doğrultusunda gömebilmeleri için yakınlarına teslim etme…
Rakamlar
Başlangıçta Kıbrıslı Rum kayıpların sayısının 2.500 olduğu düşünülüyordu. Sonra bu rakam 2.000’e düştü ve daha sonra 1.619 gibi bir rakam belirlendi. Bu, 20 yıl boyunca sembole dönüştü. Bugün Kıbrıslı Rum kayıpların resmi sayısı, 1.468’dir, ancak sadece 1.340’ının tespiti için CMP’nin katkısı istendi. Kıbrıslı Türkler, gerek 1963-64 yıllarında ortadan kaybolan (yaklaşık 300 kişi), gerekse 1974’te öldürülen 502 kayıp bildirdi. Kayıpların mezarlarını kazma programının başladığı 2004’ten beri, Kıbrıs’ın dramı, toplu mezarlardan ve kuyulardan çıkmaya başladı. CMP, 252 noktada kazı çalışmaları yaptı ve 510 kişinin kemiklerini tespit etti. Bunlardan 136’sının kimliği DNA yoluyla tespit edildi ve akrabalarına teslim edildi.
Kıbrıs’ın Rumları ve Türkleri, ister birbirleriyle savaşansınlar, isterse masum vatandaşlar olarak diğer toplumun milliyetçileri tarafından öldürülmüş olsunlar, bugün kimliklerini araştıran laboratuarın tezgahlarında ölü bir şekilde bir arada duruyorlar. Rezan, Andreas’ın kimliğini, Eleni de Mehmet’in kimliğini araştırıyor. Tezgahlardaki kafataslarının ırkı yoktur. Ne de beyaz bluzlar içindeki antropologların Rum mu yoksa Türk mü olduğu ayırt edilebilir. Antropologlar, bilimsel bilgileri doğrultusunda insan iskeletlerini monte ediyorlar, diğer yandan da DNA yöntemiyle kimlik tespit çalışmaları yapılıyor. Sonra yakınları bilgilendiriliyor, kemikler onlara teslim ediliyor ve ölümlerinden 35 veya 34 yıl sonra cenaze törenleri yapılıyor.
Petrofani (Esendağ): Bütün bir köy taştan bir duvar
Şu anda tüm Kıbrıs’ta dört noktada mezar kazma çalışmaları yapılmaktadır. Aradip yakınında neredeyse ara bölgede bulunan Kıbrıs Türk Petrofani köyünü bir grup olarak ziyaret ettik. 1974 yılında Petrofani’de tümü Kıbrıslı Türk olan yüze yakın kişi yaşıyordu. İşgalin gerçekleşmesiyle birlikte bölge sakinleri, güvenlik nedenlerinden dolayı en yakın bir Kıbrıs Türk getto bölgesine taşındılar. 6 yaşlı geride kaldı. Köylerinde ölmek istediler. Milliyetçilerden oluşan bir grup, 20 Temmuz tarihinde köye ilerledi. Onları kaçırdılar (bir tanesi, tekerlekli sandalyedeydi), öldürdüler ve kurumuş bir kuyuya attılar. Bölge otlak arazidir ve birçok kuyu var. Bilgi güvenilirdi, ancak hiç kimse onların tam olarak hangi kuyuya atıldıklarını gösteremiyordu. Çabalar 2006’da başladı. Toplam on bir kuyu tespit edildi ve bu kuyulara inildi, ancak hiçbir sonuç alınamadı. Onları on ikinci kuyuda, çobanların kuyulara attıkları ölü hayvanların kemikleriyle karışmış bir şekilde buldular. Kazı çalışmaları sırasında bazı parçalar bulunamadı. O zaman, toprağı da kazmaya başladılar. Yakınlarına geri verecekleri zaman hiçbir şey kaybolmasın diye arkeolojik kazı yapar gibi kazdılar. Petrofani, toplu mezarın üzerinde bir tepededir. Sakinleri tarafından terk edilmiş olan bu yer, artık Kıbrıs’ın tarihi gibi bir viranedir. Yarısı yıkılmış evler, koyunlara çiftlik oldular. Tam olarak söylemek gerekirse, bütün köy taştan bir duvar.
Arkeolog ve Petrofani’deki toplu mezar kazma işlerinden sorumlu kişi olan Margarita Kuali, ekibinden biraz ayrılarak, bizi köyün yıkıntıları arasında dolaştırdı. Bütün binalardan sadece bir tanesi ayaktadır. Taşlarla örülmüş olan okul… Kerpiçle inşa edilen diğer bütün evler, başlangıçta yağmalandı ve daha sonra zaman felaketi tamamladı.
Margarita Kuali, kozmopolit Limasol’dandır. Kıbrıs sorunuyla ilişkisi, okulda ‘Unutmuyorum’ dersiyleydi. Kıbrıslı Türk kayıpların da olduğunu bilmiyordu bile… Mezar kazma çalışmalarında arkeolog olarak çalışmaya gitti ve adımlarını tarihle çakıştırdı. Politis gazetesine şöyle diyor: ‘Kuyudan ister Türk, ister Rum çıkaralım, aynı şeyi hissediyoruz. Kıbrıs’ın gerçek dramı ile temasa geçtik, insanların acısını anladık, acının ırkı yoktur’.
Gülseren Varanan da bir arkeologdur. Mezar kazma çalışmaları tamamlanana kadar her gün işgal bölgesinden geliyor. ‘Mükemmel bir şekilde çalışıyoruz. Siyasi meseleleri dışarıda bırakıyoruz ve yaptığımız şeye bağlıyız’ diyor. Petrofani’nin inşa edilmiş olduğu tepeden ara bölgenin Kıbrıs’ı çok güzel. Mevcut durumun olumlu bir unsuru varsa, o da ara bölgenin kalkınmadan korunmuş olmasıdır. Gerçekte ara bölge, canlı ve yemyeşildir. Ancak her karışında da bir trajedi var. Haksız yere kaybolan ölüler, Kıbrıs sorununu hortlattılar ve çözülmez hale getirdiler. Arkeologların, antropologların ve genetikçilerin bu genç kuşağı, bir önceki kuşağın eylemlerinin kalıntılarını monte ediyor ve Kıbrıs’ın yeniden birleşik bir devlet olarak varolabilmesi için kötülüğü yok edeceğini umut ediyor…
Makarios Drusiotis
Πολίτης
03/05/2009