Türk-Yunan miyopluğu ve bizimki
Geçtiğimiz Cumartesi günü Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan Akropolis Müzesi’nin açılışına katılmak üzere Atina’ya gidecekti. Sağlık sebeplerinden dolayı aniden ziyareti iptal etti. Ancak Cumartesi gününden basılan gazeteler bir hata yaptı: Konu ile ilgili haber yayınladılar ve önceden planlanan ve en sonunda gerçekleşmeyen Erdoğan-Karamanlis görüşmesinin sonucunun değerlendirmesini (olumsuz) yaptılar. Bir Türk-Yunan buluşmasının sonucunun en güvenli tahmini, Türklerin olumsuz tutumudur.
Yunanistan-Türkiye ilişkilerini zehirleyen sorunlarından en önemlisi Kıbrıs sorunudur. Kıbrıs sorununda çözüm olması durumunda diğer Türk-Yunan anlaşmazlıklarını da kendisiyle birlikte çözüme sürükleyecek bir dinamik oluşacaktır. Çıkmazn sonsuza dek sürmesi halinde, Türk-Yunan gerginliği devamlı olacaktır.
1974 yılından sonra Türkiye’nin Yunanistan ve Kıbrıs karşısında aşırı bir kendini beğenmişlikle hareket ettiği kesindir. Öte yandan bu politika bütün Kıbrıs’ın AB’ye üye olduğu 2003 yılında kesin olarak yenilgiye uğradı. ‘Kıbrıs sorununun 1974 yılında çözüldüğü’ tezinden ‘çözümsüzlük çözüm değildir’ tezine vardık. Türkiye’nin etrafı düşmanlarla çevirili olduğu dogmasından, komşularla sıfır sorun dogmasına vardık. Kıbrıs’ın AB üyesi olması durumunda, Ecevit’in sınırsız tepkiler göstereceği yönündeki tehditten, Yunanistan, Türkiye ve bütün Kıbrıs’ın AB içinde işbirliği kapısı ile ilgili ‘Gül vizyonuna’ vardık.
Elbette ki yapılan açıklamalara rağmen, Kıbrıs sorunu hala çözülmedi, Ege’deki ihlaller devam ediyor ve casus belli açıklaması geçerlidir. Türkiye yeni politikalara kolay ve çabuk uyum sağlamayan birçok karar alma merkeziyle zor bir ülkedir. Durağan bir ülke de değildir.
Diğer tarafın kurnaz ve güvenilmez olduğu, milli kimliğimizi tehlikeye atacak yükümlülüklerde bizi tuzağa düşürmek için entrika yaptığı yönündeki yaklaşım dogmatiktir ve perspektiflerin iyimser bir şekilde okunmasına marj bırakmamaktadır.
Şu anda Kıbrıs sorununun çözümü konusunda bir çaba sarf edilmektedir. Müzakerelerin sonucu medyanın gösterdiğinden çok daha iyi durumdadır. Bir sonuca varılması durumunda, ülkenin üyelik süreci konusunda yeni bir dinamik yaratılacaktır ve bunun gerek Türkiye’ye, gerekse Türk-Yunan ilişkilerine çok olumlu etkileri olacaktır.
Ne yazık ki basın bu çabayı henüz başlamadan başarısızlığa mahkum etti. Sanki Türkiye ile sürtüşmenin sonsuza dek sürmesi, amaç için bir araçtır.
Bu soğuk savaş ortamını geliştiren medya, sadece var olan korkuyu devam ettirmekte ve Ege’de asla olması söz konusu olmayan bir savaşı (1964’te, 1967’de, ne de 1974’te olmadığı gibi) yetişmek için, çılgın silahlanma rekabetini nedenlere dayandırmaktadır.
Stockholm Uluslararası Barış Enstitüsü’nün (SIPRI) geçtiğimiz gün yayınlanan istatistiklerine göre 2004-2008 yıllarında, Yunanistan silah satın almada dünyanın 5. ülkesidir. Dünyada satılan silahların tümünün %4’ünü tedarik etti.
Yunanistan ve Türkiye sorunlarını aşsalardı ve ekonomik işbirliğine yatırım yapsalardı, bu harcamaların kesinlikle hiçbir anlamı olmayacaktı.
Medya her türlü uzlaşma çabasını provoke ederek Yunanistan ve Türkiye başbakanları arasında yapılan ya da hayal ürünü olan görüşmelerin sonucu konusunda ön yargılı davranarak, sadece kuşkuculuğun değirmenine su taşımakta, korkuyu devam ettirmekte ve kalkınma, Eğitim, Sağlık ve nüfusun ilerlemesi aleyhindeki silahlanma harcamalarını kamuoyunun bilincinde yasal bir hale getirmektedir.
Dolayısıyla milli servetin verimsiz bir şekilde harcanmasından en fazla kaybeden taraf, ekonomik krizin bedelini ödeyen medyadır.
Makarios Drusiotis
Πολίτης
28/06/2009